Amazonlar (Esengül KUTKAN)
“Yıkar gölgesiyle kadınlar yaşamı
Geceye iz düşer
Sessiz bir çığlık olur acıya isyan
Somuttur. Paradoksuyla büyür
Ve yaşam karanlıkta yeşerir.”
İşte, Terme’deyim. M.Ö. 1200 yıllarında kurulduğu sanılan ve o günden bu güne adı değişmeden gelen sayılı ilçelerden biri… Buraya, bir zamanlar her insana ‘sayın’ diye hitap edilen bir kentten geliyorum; şimdiyse komşulardan ‘günaydın’ bile esirgenen bir kentten, yani başkentten… Her şey her an değişiyor. İnsanlar hiçliğe düşmemek için kendilerince bir dayanak arayışında. Ben de mi bu arayışa girdim? Sanmıyorum; çocukluğumdan beri hep kendimle barışıktım. Öyleyse neden buradayım? Galiba asıl problem kadın kimliğimde… Aradığım yanıtlar var. Belki buranın havasını solurken sezgisel olarak yakalayabileceğimi umduğum yanıtlar. Erkek egemen bir toplumda insani değerlerini yitirmeden kadın kimliğinin savaşını verebilmek… Egemenlik kaygısına düşmeden eşitliği yakalayabilmek… Tüm barışıklığıma karşın zorlandığım, sanırım bu denge.
Eskiden Karadeniz’e “Efksinos Pontos” derlermiş, “Mutluluk veren, dost deniz”. Tüm karalığına ve haşinliğine rağmen… Belki de iki farklı güzelliğin, mavi ve yeşilin böylesi dostluğundan; ama ne yazık ki bu dostluk farklı cinsiyetler arasında sağlanamamış. Hep biri diğerini ezmeye çalışmış. Bölgeyi dolaşırken insanı yüreğinden yakalayan mutluluğun yanı sıra, nedensizce sarmalayan hüzün de belki bundan…
1645 yılında Karadeniz Bölgesini ziyaret eden Evliya Çelebi, sübyan mektepleri dışında medrese, imaret, darülhadis gibi yerlerin olmamasına karşın, buranın avam takımını barındırmayan, bilgini çok bir bölge olduğunu söylemiş. Bunun nedeni, yazılı tarihi Hitit’ lere kadar uzanan bölgenin Türklerden önce Frigyalıları, Romalıları, Bizanslıları, Selçukluları ve de Osmanlıları konuk etmesinde saklı. Bunca medeniyet, bunca kültür… Görgü bilgiyi getirmiş. Ama nedense bu bilgi hep erkeklerin hizmetinde… Gerçi günümüzde dengeler değişmese de sallantılar başlamış. Asırlardır kadınların genlerinde uyutulan amazon ruh uyanmaya mı başladı?..
Amazonlar… Dilden dile, ağızdan ağıza aktarılarak zamanımıza dek ulaşan efsanevi kadın savaşçılar… Homeros’dan Heredot’a, Strabon’dan Sokrat’a kadar konu olmuş, zekaları ve güzellikleri savaşçılıklarına eş kadınlar… Büyük, büyük ninelerimiz… Aradığım yanıt onların gerçeklerinde mi saklı?..
Halikarnas Balıkçısının kendine has deyimiyle “Efsanevi Yurttaşlarımız” Amazonların gizleri, günümüzde perdelerini yavaş yavaş aralamaya başladı. Mitolojik söylencelere denk amazon öykülerinin gerçeklerden pek de uzak olmadığı yapılan araştırmalarda tek tek ortaya çıkıyor. Tabii bu işin somut kısmı. Nedenler, niçinler, nasıllar hâlâ yorumlara bağlı. Yine de somutlar çoğaldıkça soyutta gezinmek daha bir kolaylaşacaktır sanırım.
Terme, Karadeniz Bölgesinin orta kesiminde, şirin bir ilçe. Benim gibi İç Anadolu’nun hüzünlü sarısının melankolisiyle büyümüş bir kadını, yeşilin oynak tonlarıyla adeta sarhoş ediyor ama beklediğim bundan çok öte… Henüz ne olduğunu bilmediğim bir şey beni karşılaştığım an çarpsın, varoluştan beri genlerimizde taşıdığımız bakir gerçeklere ulaştırsın istiyorum. Fazla hayalcilik gibi ama olsun. Zaten insanlar yaşamı en kolay, hayalleriyle taşırlar. Üstelik varoluş kadar değilse de hayli yaşlı bir kentteyim. Kentlerin ruhu olamaz mı?.. Çizgilerle bezenmiş bir yüzün anlam zenginliğini bir kentten bekleyemez miyim?.. Belki bir türbe, bir cami, ayakta zor duran yaşlı bir ağaç, ya da bir akarsu… Neden olmasın?.. Büyük bir hevesle kenti adımlıyorum. Merkezde pek fazla tarihi yer yok, çoğunluk çevre köylere serpiştirilmiş. Her yeri dolaşmalıyım. Pazar Camii, Cüneyd-i Bağdadi Türbesi, Yukarı Söğütlü Camii, Aşağı Söğütlü Camii, Sarayköy’de hamam kalıntıları ve su kemerleri… Terme Çayı, Deli Dere, Akgöl ve Simenit… Göller, kuşlar, ağaçlar, ağaçlar, ağaçlar… Gördüklerim ruhumu yumuşatıyor ama dinginliği adına aradığım hazır yanıt hâlâ yok. Sanırım kolaycılığı bırakıp insanlara odaklanmak gerekiyor. Peki, bunun için onca yolu tepmek zorunda mıydım? Evet. Taş yerinde ağırdır. Asırlardır genlerinde taşıdığı gizil gerçeklerle cıvıldayan Fadime’nin bakışları, ister Ankara’nın varoşlarında yaşam mücadelesinde, ister kentsoylu insan ortamlarında kariyer savaşı verirken olsun aynı berraklığını koruyabilir mi? Her horoz kendi çöplüğünde… Korkan insan kapanır. En yoğun güvenlik duygusu, en özgür çıplaklık bildik ortamlarda yaşanır. Amazonlar da sıradanlıktan efsaneye böyle var olmadılar mı; güvenliklerini koruma adına…
Yapılan araştırmalar, Amazonların M.Ö. 1200 yıllarında Thermedon (Terme Çayı) kıyısında kurmuş oldukları Themiskyra kentinde yaşadıklarını göstermektedir. Bu çağ, Anadolu devletlerinin çoğunda anaerkil yapının devam ettiği bir çağdı. Sonra iki binli yıllarda Anadolu’ya Hititler geldi. Onlardaysa ataerkil bir yapı vardı. Olasıdır ki buraya gelmeden önce evrim geçirmişlerdi ve bu yapının, Anadolu’ya yerleştiklerinde bağımlı hale getirdikleri diğer devletleri etkilemesi de kaçınılmazdı. Sonuçta Anadolu’ daki erkekler, diğer şartlar tam olgunlaşmadan kendi topraklarındaki anaerkil yapıyı sonlandırmak istediler. Ve doğal olarak egemen durumda bulunan kadınların sert tepkisiyle karşılaştılar. Kadınlar onları yenerek, o zamana kadar erkeklerin üstlendiği; savaşa katılma, avcılık ve toplumu savunma görevlerini de üstlenerek erkekleri toplumsal işbölümünde daha geri bir konuma ittiler. Böylece egemenliklerini de pekiştirmiş oldular. Hatta daha da ileri gidip kendi ülkelerini korumanın yanı sıra, geleceğe dönük tehlikelere karşı tedbir olarak komşu ülkelere de saldırdılar…. Diğer halklar onları bu şekilde görüp tanıdı: Sert ve saldırgan. Tabii bu ilişkiler zaman içinde dinleri ve inançları da etkiledi. Her işi yapan kadınlar olduğu için dişiliğin, bolluğun, bereketin, yaşamın simgesi haline geldiler. Ana tanrıçanın onlar için Artemis’i doğurduğuna inandılar. Artemis kültü Amazonlarla birlikte gelişerek yayıldı. Bu kültü yaymak için de savaşlar yaparak tarihe gizemli adlarını bıraktılar. Ama tüm bunlar yaşanırken kök saldıkları güvenli ortamlardan da uzaklaşmışlardı. Kökleri uzakta kaldığı için aldıkları etkiler kendi gerçekleriyle örtüşerek artı değerler bırakacağı yerde bir gün geldi onları tamamen değiştirerek yok oluşlarına neden oldu. O bir gün, belki de izdüşümü bu gün gelmeseydi, özellikle kadınların ve sevindiricidir ki sayıları gittikçe yükselen bir ivmeyle çoğalan erkelerin de aradığı yanıtlar bulunabilir miydi?.. Bilinmez, ama tüm pasif görünüşe karşın arayışın yadsınamaz izleri ortada, orda, burada, Gölyazı’da…
Gölyazı, Samsun’un Terme İlçesi’ne bağlı şirin bir belde. Son yıllarda her zamankinden daha bir canlı. Eee, nasıl olmasın, artık onların da bir festivali var. Böylece Karadeniz Bölgesi’nde kutlanan yüzlerce festivale bir yenisi daha eklendi, “Amazon Festivali”. Bu festivale katılacak genç kızlar, Amazonlar gibi ata binmesini ve ok atmasını bilmek zorunda. Beceri dalındaki bu yarışmaların yanı sıra, hemen her festivalde olduğu gibi güzellik yarışması da var (Her ne kadar Amazon ruhuna uymasa da…). Tüm çalışmalar, provalar Çobanyatağı yöresinde yapılıyor. Bu festival bir bakıma, Rusların Amazonlara bilimsel araştırmalarla sahip çıkma çalışmalarına karşın, Anadolu’nun bir çok yerinde bulunan resim, kabartma ve heykellerle yetinip daha derin araştırmalara girmeyen yetkililerin eksiğini doldurma çabası. Yeterli mi? Tabii ki değil, ama hiç yoktan iyi. Kenarından, köşesinden de olsa başlanmış iş hiç başlanmayandan iyidir. Belki daha düzenli çalışmalar için bir gün, bir yerde, birinin ilgisini çeker. Tabii bunun bir de ters yönü var. Tarihçisiyle, dilbilimcisiyle, antropologu ve arkeologuyla incelenmesi gereken bir konunun işin şov kısmıyla gölgede kalması gibi; ki toplum olarak buna çok yatkınız… Üstelik böylece Amazonları gerçekte var olamayacak efsanelerden birine indirgeyerek, kadınlara ait bir başarının daha gölgede bırakılması da olası… Tarihte hep var olduğu gibi. Ne de olsa tarihi yazanlar erkek, yaratılmasında kadınların payı büyük de olsa… Mısır piramitlerinin mimarlarından Rhodope bile kadın kimliği nedeniyle, Herodotus’a ancak mesleğini kabul ettirebilmişti başarısını değil… Amazonların da bir efsane olarak kalması günümüzde bile çok kişinin işine gelir. Oysa abartılı söylenceler bir yana, son dönemlerinde Amazonlar, hiçbir toplumun başaramadığı bir şeyi başarmış, sınıf ayırımı olmayan, herkese eşitlik tanınan ideal toplumu yaratmışlardı… Ama şimdi yoklar. Bu onların sistemli bir şekilde yok edilişlerini mi gösteriyor, yoksa özgür iradeleriyle arkadaşlık kurdukları Skythlerle oluşturdukları kadın-erkek eşit paylaşımın tüm toplumlara dağılarak ideal bir yaşamın tohumlarını oluşturmak gibi tarihi bir misyonu üstlenmeleri nedeniyle mi gözden uzaklaştıkları anlamına geliyor, bilinmez… Ama ne olursa olsun vardılar. Ve var oluşlarının da bir anlamı olmalı. Bıraktıkları izleri sürme çabam bundan. Benim varoluşumun da bir anlamı var mı?..
“Küçümser us ve bilimi / En soylu güçlerini insanın / Ve kendini şeytana vermese bile / Yok olup gitmelidir.”
(Goethe, Faust)
Termeli bir adam kendini evine hapsetmiş. Yıllardır dışarıya adım atmıyormuş. Nedeni dostları tarafından aldatılmak… Herkes kabullenmiş, sıradan bir olay gibi anlatıyorlar (dost darbesi almayan yok galiba…) ama böyle bir tepkiyle hiç kimsenin örtüşmediği de kesin. Oysa hangimiz hapis değiliz ki… Evimden kilometrelerce uzakta bile evimin özelini taşımıyor muyum? O özel ki genlerimden gelen mirasın üzerine yıllarla ilmek ilmek örülmüş. Özgürlük arayışıma bile esaretimle çıkıyorum. Gel de Amazonlara gıpta etme… Kolay mı tüm zincirleri kırmak… Üstelik dosttan da öte olması gereken yarıları tarafından aldatılıp ihanete zincirlenmişken…
Onun da adı Fadime’ymiş. Yıllar öncesinde küçük bir taşra beldesinde doğup yüksek öğrenimini tamamlamayı başarabilen nadir kızlardan biri. Afşar Timuçin’in bir yazısında “Çağımızın kafası çalışan amazonları en azından görünüşte erkekten de erkektir.” dediği gibi, herkes ondan, erkek kızdır amma, diye bahsedermiş. Soluklanmak için konuklandığım bir bahçede anlattılar öyküsünü, dikkatleri ellerindeki işlerinde, evin ortanca kızının çeyizini hazırlarken. Karadeniz kadını boş vakit bilmiyor. İki iş arasında kazaklar çoraplar örüp, çeyizler hazırlıyor. Sanki sosyal yaşamda ele geçiremediği dizginlerin yerine, günlük yaşamın çok yönlü dizginlerini elde tutmak istercesine… Birliktelik ve dayanışma, gücün kaynağı değil mi zaten… İşte kadın kadına paylaşılan bu zamanları hoş kılmak, biraz da avunarak güç toplamak için anlatılan söylencelerden, öykülerden birisi de Fadime’ye aitti. Yoksul bir ailede erkek gibi büyütülen ama belli bir yaşa geldiğinde toplumsal ve yöresel normlara uygun kadın kimliğini taşımaya zorlanan Fadime’ye… O özgüveniyle zincirleri koparmayı başarmış, sınavlar kazanmış, okumuş, şimdi büyük kentlerin birinde emekli öğretmen. En önemli öğretisi de çevresindeki hemcinslerine olmuş. Ondan örnek alan kızlar, okumaya ve yaşamlarına daha bir sahip çıkmaya başlamışlar. Annesi kıvançla değiniyor; gelin adayı da öğretmen… Aslında öykü çok özel değil. Beni etkileyen öyküden çok anlatılış şekli. Kadın gözleri, onca geniş dünyada hep yeri izlemeye zorlanmıştır. O gözlerin göğe, özgürlüğe doğru yöneldiklerini görmek, hem de bu küçücük Karadeniz ilçesinde, gerçekten çok güzel… Belki de aradığım yanıt bu!.. Aslında her yerde var olan ama büyük şehir kargaşasında gerçek anlamını tam yükleyemediğim yanıt… Neden olmasın… Tıpkı kaldırım taşlarını zorlayarak güneşe yönelen bir kır çiçeğinin kokusunu, soluduğum havadaki gaz ve kömür kokuları arasında ayrımsıyamadığım gibi… Oysa kırda her koku ayrı bir tat. Evet, yanıt bu olmalı… Onca baskıya karşın, yeterince bilinçli olmasa da, en kuytu köşeden bile dirençle göğe yönelen gözler… Dünyanın hemen her yerinde, nice öncü kadının yaşamlarıyla ödedikleri bedeller boşa değilmiş, geç de olsa yerini dolduruyor…
Otobüsün camından Terme’ye son kez bakıyorum. Gözlerim yavaştan evleri aşıp bulutlara kayıyor. Belki beni uğurlamaya gelen bir iki Amazon ruh vardır!.. Tüm derişikliğime karşın bakışlarım yanıtsız. Olsun. Tam değilse de, ben yanıtımı aldım. Evleri arkamızda bırakırken yüzüm cama düşüyor. Öylece izliyorum. Arkama yaslanmak için gölgemle vedalaşırken dudaklarım muzip. Hiç şüphem yok, şimdi onlar her yerde ve sabır zincirleri artık kırık… ?
Bir cevap yazın