Eller (Esengül KUTKAN)
Bu nedenle ayrılamazdı ki! Ne de sevmişti onu… Al basmış yüzünde hepten çakırlaşmış gözleriyle tarlada, bayırda nasıl da koşardı peşinden… Hâlâ burnundaydı sıcak kokusu. Boy ekinlerin arasında sarmaş dolaş yuvarlanırken, onu ondan alan kokusu… İçini çekti. Son günlerde kocasını anımsadığında aklına ilkten köylük günleri geliyordu. Kızların en güzeliydim diye düşündü, en yağızdı kocası. Gidi günler hey… Çayından bir yudum daha içti. Fazla eğleşmeye gelmez diye doğruldu yerinden. Beli ağrıyordu. Neyse ki işi kolaylamıştı. Hanımın dönüş saatini beklemesi gerekmiyordu. Ütü de bitince, çekti mi kapıyı giderdi evine. Bardağı çalkalayıp kenara kapattı.
Ütülediklerini dolaba yerleştirirken gözü askıdaki birbirinden güzel geceliklere takıldı. Tedirgin, elini uzattı. İpeğin gizemli yumuşaklığına özlemle dokundu bir süre. Sonra dayanamadı, saate baktı, kırmızı olanı çekti aldı askıdan. Ne zararı vardı ki?.. Bir defacık üstünde görse yeterdi. Nasılsa hanım anlamazdı. Aceleyle soyunup, fırlattı attı üstündekileri. Kollarından omuzlarına okşarcasına dokunuşlarla inen ipeğin teması bir anda bedenini ürpertilere boğdu. Ürkek adımlarla aynaya yaklaştı. Öylece baktı. Gözlerindeki yaş kıskançlık değil kadere isyandı. Farkında bile olmadı.
Otobüsten indiğinde temiz havayı içine çekip soluklandı bir süre. Hamam gibiydi otobüsün içi. Zaten kendi sıcağı kendine yetiyordu. Peynir almayı unutmamalıyım diye geçirdi içinden. Adımlarını hızlandırdı. Kocası peynirsiz rakı içmezdi. Nasıl da sarmaş dolaş oturuyorlardı ön koltuktaki ler. Utanmazlar, diye söylendi, evleri yok sanki… Bildik kişilerdi. Bakkalın üstündeki eve yeni taşınmışlardı. Kadının eli hep avuçlarındaydı adamın. Üstelik de koca kadındı. Ben yaşlarda olmalı diye düşündü, hiç sıkılmıyor. Adamın kocaman elleri vardı. Okşar gibi tutuyordu kadını. Kocaman eller… Hay aklıma şaşayım! Sokağın ortasında öylece duruverdi. Yüzük yok! Tabi ya, niye alsın ki öyle oynak karıyı?.. Gönlü ferahlamıştı. Besbelli ondandı ev dışına taşmaları. Bakkala yönelen adımları şimdi daha bir rahattı.
Çocuklar okuldan dönmemişlerdi henüz. Bu gün erkenciydi. Aldıklarını tezgaha bıraktı. İçeri geçip divana otur du, olmadı, şöyle bir uzandı; yine olmadı. Yorgundu gerçi de uykusu yoktu. Yan komşuda diş buğdayına toplanacaklardı; dünden haberliydi. Pek içi çekmiyordu ama şöyle yarım saat uğrasa mahallenin tüm dedikodusunu toplayıverirdi. Hadi kıpraş, kalk, dedi kendi kendine, nasılsa gece uzun…
“Kız, gittikçe güzelleşiyorsun.” diyordu kahvecinin karısı, “İşe gitmek yaradı sana.” Besbelli bir taş vardı altında ama aldırmadı. Üstüne geldi kadın, “Kocan da kahveden çıkmaz olmuş; pek uğramazdı eskiden. Şımartmaya gelmez adam milletini. Hoo de çek dizginlerini.” Hepsi birden gülme ye başladılar. Gülün, gülün, diye sessizce mırıldandı, ben bilmem sanki sizi. Bir şeyler söylemesi gerekiyordu ama bu at suratlı karıyla cebelleşmek hiç gelmiyordu içinden. Neyse ki taze gelin atladı da lafa, konu değişti. “Hani yeni taşınanlar var ya,” diye anlatıyordu gelin, “işte o kadın, ta ben ufacık bebeyken köyden gelin gitmişti kasabaya. Amcamgillerden duydum, kadın bu adama kaçmış da gelmiş bizim mahalleye. Silkmiş eteğinden erini, bebelerini, düşmüş adamın peşin sıra.” “Alnı lekeli desene.” diye atladı kadınlardan biri. “Cilveli kadın ama..” dedi bir diğeri, “Nasıl da kapmış genç adamı…”
Cilveli kadın ha?.. İçinden acı acı güldü. Erkekte iş yoksa neye yarardı kadının cilvesi? Utandı düşündüklerinden. Başını çayına gömdü. Kocası çok daha erdi o koca elli adamdan. Ne olduysa ameliyatta olmuştu. Olmaz olaydı böbreğindeki taş. Bir süre sonra düzelebilir demişti doktorlar, ama farkındaydı, günlerle birlikte yitiyordu kocasının umutları. Hepten eğilmişti başı, daraldı mı yüreği kahveye kaçı-yordu. Ne de denktiler oysa… Oturdukları evin dört duvarını çatıp damını çektiklerinde, içine girip nasıl kutladıklarını anımsadı. Yüreği sevgiyle kabardı, taştı. Böyle günde sırt dönmek hangi kadına yakışır?.. Yine de gözlerinden adamın koca elleri gitmiyordu.
Kocası içkisini yudumlarken kalkmadı masadan. Çocuklar yatmışlardı. Kararlıydı, onunla bu gece konuşacaktı. Hiçbir şey olmamış gibi davranmakla yok olanın yeri dolmuyordu. Başlarda denemişlerdi birkaç kez ama her seferinde kocası hırsla kalkıp gitmişti yataktan. Aylar var ki lafını bile etmiyordu. Belki sevgiyle bir çözüm üretebilirlerdi… Ne de güzel olmuştu kırmızı gecelikle. O da öyle görseydi, acaba… Farkında olmadan derin bir iç çekti. Cilveli olmak neymiş görsünler di o zaman. Konuşması kolay. Onlar hiç tam hazırken kalakalmışlar mıydı öylece? “Ben yatıyorum.” dedi kocası. “Daha erkendi…” diyesi oldu, fırladı yerinden. Tutamadı kendini sarıldı kocasına, öpmek istedi. “Depreşme!” dedi adam, “Bugün zaten bir tuhafsın. Dalmalar, iç çekmeler. Dellendirme beni!” Hırsla sıyrıldı kollarından. Yüzünde sanki nefret vardı. Kala kaldı kadın. Yatak odasından çarpan kapı sesiyle irkildi. Yanaklarına al bastı. Kendini güçlükle köşedeki divana attı. Tüm utancını, hayal kırıklığını, incinmişliğini, sımsıkı sarılıp ağzını yumduğu kırmızı çeyiz yastığına damla damla gözyaşı yapıp akıttı. Nice sonra isteksizce kalktı yerinden, sessiz adımlarla yatak odasına yöneldi. Kocası horlayarak uyuyordu. Şöyle bir baktı yüzüne. Eğildi bir daha baktı. Senden daha yağızlar da vardı köyde diye geçirdi içinden ama ben sana sevdalandım. En yağız sendin benim için. En güzel yürek sende olduğundan, en güzel el seninkini belledim….. Yorganın kenarını usulca kaldırıp, bir hayalet gibi sessizce yatağa süzüldü. Yastığına sarılıp gözlerini kaparken, düşlerinde o adamın kocaman elleri vardı..-
Doğruya iyiye güzele açılsın eller, sevgiye barışa dostluğa uzansın yollar.