Hep Güzel Olanı Severmişiz Gibi (Neriman AĞAOĞLU)
Kaç kişiydik arabada? Hayat üzerine konuşuyorduk. Hayatın doğruları üzerine. Yalnızca doğrulardan ibaret yaşıyormuşuz gibi. Acı çekmeyi öğrendiğimizden beri acı vermeyi de bildiğimizi unutmuştuk. Bir ara ufka takıldı zihnim. Güneş batmıştı da son kez tuhaf sarı gölgeler bırakıyordu dağlara. Soğuktu, soğuğa doğru gidiyorduk.
Çocukluğumun akşamlarını hatırladım. Yola dikilmiş birkaç çift gözden ibarettik. Kulaklarımız, yaşadığımız ıssızlığı yırtacak seslere kilitli beklerdik, güneşin fısıltılara dönüşünü. Dağdan ovaya inen rüzgar sadece çanların hüznünü getirirdi. Avuturduk yalnızlığımızı. Gitme isteği biriktirirdik içimizde. Önce dağların arkasına. Sonra kim bilir?
Benim yaşlarımda bir çocuk vardı. Mavi bir kuş arıyordu durup dinlenmeden. Çok uzaktı kuşların yapay yemlerle maviye durması.
Düşünemezdim.
Ömrümü bir şeye adamam gerektiğini seziyordum yalnızca.
Anka’ya meraklıydık, Kaf dağına da. Yolculuk hayallerimizi; günün son çabasını, ufka doğru bir kez daha uçmak için harcayan sığırcık sürülerine emanet ederdik. O zamanlardan kalmış olmalı doğrulara yüklediğimiz özlem.
“Sadece güzel olanı severmişiz gibi.” Böyle söyledim. Biraz öncesine kadar öne sürdüklerimizi her birimizin doğrusu yapmaktan vazgeçip…
Oyunu bozmuş olmamın rahatsızlığı kapladı yüzlerimizi. Bu söz diğerlerini de bir yere götürdü mü? Mesela vazgeçilen bir hayale, ihanet edilmiş bir inanca. Ya da yasak bir aşka. Hani sızlar da acıtmakla dahi çıkmaz insanın yüreğinden. Buna katlanamadım.
Araba yaklaştıkça, ufuk çizgisi uzaklaşıyordu. Ufka daha önce varacağıma bu nedenle inandım. Bana doğru gelen arabalara değil sığırcık sürülerine bakıyordum.
Şaşkındım.
Güneş son renklerini üzerime bırakıyordu. Burada olmamın, bir anlamı olmalıydı. Ama ben arabada sıkıcı bir iş gününü bitirip eve dönüyor olmanın gevşekliğinde, doğrulardan bahsedenlerden biri gibiydim. Neler yoktu ki… Sıkılıp durmaktan bizsiz de akıp giden bir ırmağa kendimizi bırakmaya kadar.
“Akıntıya karşı çırpınıp durmakla yanlış yapıyoruz.” diyordu şoförümüz. Biz kafamızı sallıyorduk… Ben ufuktan izliyordum kuş sürülerinin belli kanat aralığıyla uçtuğunu, bunun onların hızlarına katkısını. Üstelik lider yorulduğunda yeri başka biri tarafından dolduruluyordu. Onlar kuş sürüsü değildi diye, itiraz ediyordu aklım; kaz sürüsü.
“Dayanışmak bu” diyor, doğruluğundan bahsediyordu yanımda oturan biri. Kutsal sözcükler edinip içini cinnetimizle doldurduğumuzu en iyi bilenlerimizdendi. “Boş laf” dedim. “Ne” dedi. “Kutsallık” dedim.
Sustum.
Ufuktan ezeli gafletimize bakarken kendimi anlatmamın bir yolunun olmadığını biliyordum. Amaca ulaşmak unutkan kılıyordu bizi.
Sıkılmıştım.
Çocukken babaannem “Yağmur kuşu bunlar yavrum” derdi. “Sığırcıklar kara bulutlar gibi kapladığında göğü, yağmur yağar.”
Islanıyordum.
Arabada oturan bendim, kendimi ufuktan seyrediyordum. Hüzünlüydü. Belki ağlayacaktı. Yine de gevşek duruyordu. “İçindeki aşka bakıyor” dedim. Boşluklara, unutuluşlara…. kısacık zamanda imkansızlıklara sığdırdığı güzelliklere… Zamana karşı çıktı. Ancak A ve B şehirlerinin birbirlerine olan uzaklığından bahsedilebilir aşkta. Bunu da iki şehirden hareket eden araçların hızlarını bilirsek öğrenebiliriz belki. Bu olanaksızlık mı büyütür aşkı?
Hala yüksek binaların camlarında biraz güneş kalmıştı. Yüzündeki ayrıntılar kızılımsı bir ışığa dönüşmüştü. Sen de işten çıkmıştın da acele ediyordun nereye yetişeceğini bilemeden. Şimdi hatırlıyorum trafik tıkanmıştı. Birileri durmadan kornaya basıyordu. Şehrin ortasından akan bir derenin kenarındaydık. Yemek, içmek, üremek ve tüketmek içindi gittiğimiz yer. Yine de bir sığınaktı tekrarladıklarımız. Sen de söylemiştin, bildiğimiz tüm kentlerin ortasından çöpe dönüşen bir dere geçiyordu. Biz hep o sona biriktiriyorduk yaşadığımız her anı.. Ya da dar görüşlülüğüm neden oluyordu buna… İçime doğru gitmek dışıma bakmaktan kolaydı. Seni uzak mesafelerden göz erimine taşımış olamaz mıydım?
“Güzel olan doğrudur… sanki hep güzel olanı severmişiz gibi” diye tekrarladım. Gözlerimi içimden kaldırıp ufka baktım. Gölgelere sırtımı dönmüştüm. Gözlerimi gözlerine diktim. “Orda kal, orda kal, orda kal…”
Beş duyumun işbirliği bu olsa gerek. “Hala, görüntüleri seslere çevirebiliyorsam orda olmalıyım.” diye geçirdim içimden.
Soğuktu… ?
Bir cevap yazın