HİKAYE YAZMA TEKNİĞİ ÜZERİNE ÇEHOV’dan MEKTUPLAR(*) (Sayı:48)

çehov

Aleksander P. Çehov’a yazdığı bir mektuptan:
Bence doğanın doğru bir tasviri, amaca uygun ve kısa olmalıdır. “Koyulaşan denizin dalgalarında yıkanan güneş batarken moraran altın sarısı rengini suya indirdi” yahut “suyun üzerinde uçuşan kırlangıçlar neşeyle cıvıldadı” gibi basmakalıp sözlerden kaçınmalı. Doğayı tasvir ederken küçük ayrıntıları yakalayıp öyle bir kümelendirmelisiniz ki, yazılanı okurken gözlerinizi kapadığınızda zihninizde bir varlık canlansın.
Örneğin, su bendinin üstünde parlayan küçük bir yıldızın kırık bir şişeye yansıdığını, köpeğin ya da bir kurdun yuvarlak, kapkara bir gölgesinin bir an belirip kaçtığını yazarsanız, dolunaylı bir gecenin etkisini tam anlamıyla hissetmiş olursunuz. Doğa olaylarıyla sıradan insan hareketleri arasında bir benzerlik kurmaktan korkmazsanız eğer, o zaman canlanır doğa.
Psikoloji bakımından da önemlidir ayrıntılar. Tanrı bizi basmakalıp sözlerden korusun. En iyisi kahramanın ruh halini vermekten kaçınmaktır. Onu kahramanın eylemleriyle vermeye çalışmalısınız. Birçok karakter çizmek gerekli değildir. Ağırlık merkezi iki kişide olmalıdır: bir erkek ile bir kadında.
[1886]
Aleksey S. Suvorin’e yazdığı bir mektuptan:

Beni nesnel olmakla suçluyor; nesnelliği de hem iyiye hem kötüye kayıtsız olmak, ülküden de fikirden de yoksun olmak diye nitelendiriyorsunuz. At hırsızlarını tasvir ederken benim “At çalmak kötü bir şeydir” dememi istiyorsunuz. Ama bu zaten ben söylemeden de yıllardır bilinen bir şey. Bırakın yargıçlar yargılasın onları; benim görevim sadece onların ne tür insanlar olduğunu göstermek. Ben şunu yazarım… Söz konusu olan at hırsızları. Öyleyse bırakın size onların dilenci değil de gayet iyi beslenen insanlar olduklarını, kendilerine özgü inançlara bağlı olduklarını, at hırsızlığının basit bir hırsızlık değil de bir tutku olduğunu söyleyeyim. Sanat ile vaazı birleştirmek hoş olurdu tabiî, ama hikâye tekniği göz önünde bulundurulduğunda bu, kanımca, çok zor, hatta nerdeyse imkânsızdır. Bakınız, at hırsızlarını yedi yüz satırda anlatmak için her an onlar gibi konuşup düşünmem, onlar gibi hissetmem gerekir. Yoksa öznelliğe kayarsam, görüntü bulanıklaşır, hikâye de her hikâyenin olması gerektiği kadar yoğun olmaz. Yazarken, hikâyede eksik olan öznel öğeleri doğrudan doğruya okurun eklemesini beklerim.

[1890]

Maksim Gorki’ye yazdığı bir mektuptan:

Birkaç tavsiye daha: Metindeki hataları düzeltirken isimler ile fiilleri niteleyen kelimelerin üstünü çizin. Bu kelimeleri o kadar çok kullanıyorsunuz ki, okuyucu dikkatini bunların üzerinde toplamayı görev biliyor, kısa zamanda da yoruluyor. “Adam çimenlerin üzerine oturdu” dediğimde hemen anlıyorsunuz; anlıyorsunuz, çünkü bu çok açık bir cümle, dikkatinizi zorlamıyor. Öte yandan, “Uzun boylu, dar omuzlu, orta kilolu, kızıl sakallı bir adam, yayaların çiğneyip geçtiği yeşil çimenlerin üzerine sessizce, utangaç bir şekilde oturdu, ürkekçe etrafına baktı” diye yazarsam pek kolay anlaşılmaz, zihni yorar. Zihin bu cümleyi hemen kavrayamaz. Oysa iyi bir cümle hemen, bir saniyede kavranmalıdır.
[1899]
Çeviren: Eda Taşkınarda

*Hikâye Sanatı Üzerine Yazılar, Bülent Aksoy, Pan Yayıncılık, 2009

Sosyal medyada paylaşın!

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir