Kırmızı Eldivenler (Elif SARI)
Akşam oluyor, sokaklardayım hala… Bütün gün dolandım başıboş, tıpkı bir serseri gibi. Oturacak bir yer yoktu parasız, parklara yürüdüm ben de. Hızla yanımdan geçen ve dönüp yüzüme bile bakmayan, beni fark etmeyen insanların kalabalığından uzaklaştım; parklara sığındım. Dilenciler, gül satan çingeneler, ayyaşlar… Kucak açtılar bana, onlardan biriydim artık. O parkta varoluyordum ben, her gün, her gün yeniden… Yaşıyordum orada, sokaklardaki saydamlığımdan sıyrılıp ete kemiğe bürünüyordum. O parktayken yüzüm, gözlerim, ellerim ve saçlarım vardı. Hergün tekrar doğduğum yerdi orası, annemin rahminden daha sıcak daha güvenli.
Gün bitti sonunda, sokak lambaları yandı çoktan. Çingeneler güllerini toparlayıp, ağızlarında sakızları, şıpıdık terliklerini sürüyerek evlerine yollandılar. Parkın müdavimleri ayyaşlarsa, yaktıkları ateşin başındalar. Üşüyorum, ama aralarına giremem, çekinirim. Yalnızca, ateşe bakarak ısınabili-rim oturduğum yerden, kimi zaman yemek yiyenlere bakarak karnımı doyurduğum gibi…
Eve gitme vakti geldi artık, örselenmiş yüzümü ve vücudumu o eve taşımak zorundayım. Ellerim, o evdeki tabağa kaşık daldırmalı yine, dört kişiden fırsat buldukça. Gözlerim, kaygı dolu, yüzlerde ve tenlerde dolaşmalı. Bir tek kalbimi taşımıyorum oraya, kimsenin ihtiyacı yok ki ona, yokluğunu fark eden bile yok…
Çok serin oluyor akşamları, kuru bir ayaz tüm bedenimi yakıyor. Gözyaşlarımı, düşer düşmez, yanağımda kurutan, donduran bir rüzgar esiyor yüzüme doğru, tokat gibi… Çok üşü-yorum, eve döndüğümde parmak uçlarım uyuşmuş oluyor çoğu kez. Bütün gün dolaşmak yerine, eve gidebilirim erkenden; ama bu kez parmak uçlarım yerine, kalbim üşüyecek biliyorum. Kalbimi dondurduğumda o evdekilerden bir farkım kalmayacak, sokaklarda akşamı beklemeye devam etmeliyim…
Tek istediğim bir çift eldivendi, yalnızca yün bir eldiven. Rengi bile önemsizdi, ellerimi ısıtsın yeterdi. Usulca fısıldadım anamın kulağına, bir yemek sonrasıydı. Yerdeki sofrayı kaldırırken söyleyiverdim” Anne, bana bir eldiven örsene “
Başını eğdi yavaşça, “suss” diye işaret etti, babamı gösterdi göz ucuyla. Koltuğunda oturmuş, boş gözlerle televizyona bakıyordu. Sustum hemen ama umutlandım da… Örecekti annem, örsündü. Bunca yıl sonra ilk kez bir şey istiyordum ondan. Ertesi gün eve geldiğimde, elinde bir çift şiş ve kırmızı bir yünle gördüm onu. Ne güzel kırmızı eldivenlerim olacaktı. Üşümeyecektim artık. Parmak uçlarım, rüzgara değil bana ait olacaktı.
Babam gelene kadar örgüsüne devam etti annem. Kapı çalınca telaşlandı; sakladı hemen. Diğer gün eldivenlerim bilekten parmak uçarına doğru hızla ilerliyordu hızla. Bense iki günde de karşısına geçip izlemiştim onu. İlmekleri attıkça saçımı okşuyordu sanki, biten her sıra, yanağıma kondurulan bir öpücüktü. Hayatımın en güzel iki günüydü, uzun yıllardan sonra ilk defa o evde de-evimde de-var olduğumu hissettim. Üçüncü gün, akşamdı, kapı çaldı geç saatte. Örgüsünü kanepenin ardına sokuşturdu annem, eteklerini toplayarak kapıya koştu. Babamdı, içmişti yine, neye sinirlendiyse bağırıp çağırıyordu. Bulaşıktan kaldırıp başımı baktım, göz göze geldik, küfretti bana ve içeri girdi. Ne olmuştu, ne yapmıştım da hak etmiştim bunu? Böyle sorulara cevap aramayı bırakalı çok olmuştu.
Dalıp gitmiştim, içerden gelen seslerle irkildim. Köpük içindeydi ellerim, yüreğime garip bir sıkıntı yerleşmişti. Her zamanki kavgalardan değildi sanki bu. Korkar adım yaklaştım, kapının tokmağında asılı kaldı elim bir süre. Odaya girdiğimde, babam, gözlerini kocaman kocaman açmış, etrafına tükürükler yağdırarak bağırıyordu. Ellerinde… Aman Tanrım! Benim eldivenlerim değil mi onlar? Ne arıyor babamın elinde? Delirmişti sanki. Annemin saçlarından tutup, bir tokat attı yüzüne. “Ne bu ha, ne bu? Sokaklarda sürtsün diye mi örüyorsun bunu? Donsun! Gebersin orospu!” sonra ipin ucundan tutup çekmeye başladı. Eldivenlerim…!! Söküldü, söküldü, söküldü. Ne okşanan saçlarım, ne de yüzüme kondurulan öpücükler kalmıştı. Gelip yüzüme vurdu hırsla, gözlerimin üstüne. Beynime doğru bir acı aldı başını, yürüdü. Neden sonra sakinleşti. Sızdı kaldı bir yere. Annem köşede büzülmüş, usul usul ağlıyordu. Ben mi? Ben mutfağa dönüp bulaşığa devam ettim. Az sonra, yanlışlıkla kırılan bir çay bardağı, iki bileğimi birden kesecek, ellerim kıpkırmızı bir örtüyle kaplanacaktı. Bundan böyle üşümeyecektim, o çok istediğim kırmızı eldivenlere kavuşacaktım sonunda. –
Bir cevap yazın