Otoban (Sofya KURBAN)
– Bir anlamı olmadığını biliyorsun değil mi?
Sessizlik.
Tekrar deniyorum;
– Çok hızlı gidiyorsun, yerler ıslak, ikimizi de öldüreceksin
Dememle birlikte adamın ifadesiz yüzünde, bu karanlıkta seçilemeyecek bir hareket beliriyor. Belki de bu olmasını umduğum şey. Buna sarılıp devam ediyorum konuşmama ancak kulağıma gelen sesimde panık var. Gözlerim, çoktan 150km’yi aşılmış hız göstergesinde. Direksiyonu tutan eller hiç hareket etmiyor. Kan diye düşündüğüm lekeli gömleğe bakmamaya çalışıyorum ama tizleşen sesimle birlikte kontrolümü de kaybediyorum galiba.
“Hayır, sakin ol, sen bunu yapabilirsin, bak ölüm sözüne tepki verdi, gerçekten verdi mi? Verdi. Sezgilerine güven, dersleri hatırla, teşhis çözümün yarısı. Sakın ol, kendine beş dakika ver” diyerek adama paniğimi çaktırmamaya çalışıyorum. Yoga tekniğinden öğrendiğim derin derin nefes alma egzersizine başlamışken; tiz bir sesle araba sürüklenmeye başladı.
– Allahım yardım et diye mırıldanıyorum.
Bir trafik kazasında çığlık üstüne çığlık atacağı sanılan ben, dudaklarımda sessiz dua, bir yandan da “bunun pisikolojik incelemesini yap” diyerek akıl defterime not düşüyorum.
“Korktun mu” diyen sesle irkilerek gözlerimi açıyorum, düz yoldaydık. Bir saate yakındır otobus beklediğim durakta Regl ağrısı ile boğuşurken, aniden duran arabaya can havli ile bindiğimden beri ikinci defa adamın sesini duyuyordum. Kaydığım koltuktan oturuşumu düzeltip ona bakmaya çalışıyorum, direksiyonu tutan ellerin pozisyonu değişmişti. Değişmiş miydi? “Aklına güven. Atlat paniğini, bak tepki geldi, ölmek için çok gençsin. Kullan aklını, takdik değiştir, oyun oynama direk sor.”
Tekrar adama dönüyorum, kontrol ettiğimi umduğum sesimle,
– İkimizi de öldürecek misin ?
Sessizlik. Uzuyor, işe yaramıyacak, tam umudumu kaybederken,
– Seni bilmem ama benim ölmem gerekiyor cevabı geldi. Sonra baktı, yanında oturduğumu ilk defa farkediyormuşcasına.
Yağmur ve tekerlek sesi. Bu arada 170 km hızla giden arabanın silecekleri suları temizlemeye yetişemiyor.
Onun ölmesi gerekiyor, devamlı aklım bu cümlede. Gömüldüğüm deri koltuğa yapışmış ıslak kıyafetlerimin kokusu burnumda. Bilgisayar göstergesi iyi şeyler söylemiyor. Araba ıslak yolda hızlandıkça hızlanıyor. Doğru soru, doğru soruyu sor diye aklıma emirler veriyorum ama kuruyan ağzımdan tek bir kelime çıkmıyor. Yol karanlık içinde. Zaman zaman karşı taraftan gelen arabaların farları parlayıp geçiyor. Tekrar kayıyoruz, adam çok kontrollü. “Ölmek istiyor ama her seferinde arabayı düz yola sokuyor” sezgisi yakalanılamadan kayboluyor.
“Ben ölmek istemiyorum, o ne yapmak istiyorsa yapsın” diyen düşüncelerim sesli fısıltıya dönüyor. Korkumun saklanacak tarafı kalmadı. Kenetlenen parmaklarım acı veriyor. Çantamdan sakız almaya çalışırken paket yere saçılıyor, eğilip alıyım derken başımı çarpıyorum. Acıdan mıdır nedir gözlerimden yaşlar akmaya başladı. Emniyet kemerinin demiri kaburgalarıma batıyor. Bindiğimden beri elimde duran gözlüğü çantama tıkıştırdım. Arabanın saati seçilemiyor…
Sessizlik uzuyor… Sese dönüşen düşüncelerime cevap yok.
Silecekler yağmura yetişemiyor, çukurda biriken su her yanı kaplıyor, bir şey görünmez oldu derken;
– Cevap ver Allahın belası diyen isterik bir çığlık gayri ihtiyari ağzımdan çıkıyor. Bu arada var gücümle saldırıyorum adama. Araba kayıyor, kayıyor… Ani bir firen. Karanlık, her taraf karanlık, gözlerimi kapatıyorum.
Bir tokat, koltuğa doğru itiliyorum. Sessiz akan gözyaşlarım isyana dönüşüyor. Bağırıyorum, bağırıyorum; “Ölmek istemiyorum, ölmek istemiyorum” diyerek.
– Ne oldu doktorculuk oynamaktan vaz mi geçtin?
Alaycı ses beden ile birlikte üzerime geliyor. Bir tokat tekrar iniyor, itmeye çalışıyorum ama çok güçlü. Çocukluk kavgalarımdan topladığım kuvvetle;
– Beni döverek öldüremeyeceksin, kedi burcundanım anladın mı?
– Kedi burcu diye fısıldıyor adam ve arkasından kahkahalarla gülmeye başlıyor sarsılan bedeniyle.
Yavaşca elimi kapıya uzatıyorum, kilitli. Görüyor.
Tekrar yoldayız. Sakinim. Araba nispeten aydınlıklı. Fırtına sonrası aklım; “neden beni öldürmedi? Ya da tersi, kendini öldürmek için bu fırsatı kullanmadı, kesin ölürdük viyadükten yuvarlansaydık.” sorularına takılmıştı. Adama bakıyorum; direksiyondaki elleri gevşemiş, arkasını yaslanarak oturuyordu. Tırnak izimin olduğu yüzünden bir şey anlaşılmıyordu ama dudakları aşağıya doğru sarkmıştı. Varlığımın farkında. Biliyorum bunu. Soruyorum;
– Gömleğindeki kan lekesi mi?
– Evet.
– Öldü mü?
– Kim, diye sorarken yüzüme bakıyor.
Sessizlik sırası bende. Simsiyah yola bakıyorum. Ağzımda yoğun kan tadı. Parmaklarım dudaklarımda.
– Birini mi öldürdün?
Kekeliyor,
– Karımı. Onu öldürdüm. O öldü. Yerdeydi, yerde yatıyordu, yapacak bir şey kalmadı, şimdi ben de ölmeliyim, arabayı aldım çıktım, sonra sen, sen çıkıp kedi burcundan oduğunu söyledin derken kekelemesi sayıklamaya dönüşüyor.
“Sen ölmek istemiyorsun, yoksa beni arabana almazdın” diyen sesim baştan beri yakalayamadığım düşüncelerimi yansıtıyordu.
12 Ocak 2005
Soyfa KURBAN
Bir cevap yazın