Suda Bulanık Oyunlar (Fulya BAYRAKTAR)
“Yalnızca yakınıyorum. En iyisi siz beni silin. Tarık diye biri hiç olmadı, yaşamadı, acı çekmedi, fuhuş filmleri izlemedi, deyin ve benimle daha çok uğraşmayın. Nasıl olsa benden size bir fayda gelmez.”
“Uzun cümleler beni de yoruyor baba, ama ne yapabilirim. Uzun bir yaşama hazır değilim. Arkadaşlarım ölümün üzerine yürürken ben ölüme de hazır değilim. Çünkü henüz bir kadınla yatmadım bile…..”
Cemil Kavukçu, artık roman ve öyküleri sabırsızlıkla beklenen yazarlarımız arasında haklı yerini almış durumda. Daha çok öykü kitaplarıyla tanınan yazar, “Dönüş” romanından altı yıl sonra, yukarıda iki kısa alıntı yaptığımız “Suda Bulanık Oyunlar” romanıyla çıktı okurlarının karşısına.
Yazarın öykü ve romanlarında, genellikle dar bir çevreye sıkışmış, yalnız, hayata sığamayan kahramanlar olduğunu biliyoruz. “Gemiler de Ağlarmış”da Hurşit’in, “Adı Yok”da İlhan’ın, “Uzak Noktalara Doğru” öykü kitabındaki tüm baş kahramanların yerini “Suda Bulanık Oyunlar”da toplumsal ve bireysel sorunlar arasında sıkışmış Tarık alıyor.
Taşrada büyüyüp, 12 Eylül ortamının korkuları, belirsizlikleri, çelişkileri altında bir şehre üniversite okumaya giden Tarık’ın, kendini arayışının romanı bu. Çevresindeki olaylara dahil olamayan, cinsel deneyimsizliğiyle baş edemeyen, ne istediğini ve ne yapması gerektiğini de tam olarak bilemeyen Tarık, her şeyin bilincinde olup, her şeyi seyreden konumunda kalmanın sancılarını çekiyor. Militanlarla birlikte ama hiçbir olaya karışamıyor, üniversiteye gidiyor ama ders çalışamıyor, kasabasını özlüyor ama orada üç günden fazla kalamıyor ve hatta cinselliği bile seks filmleri seyrederek yaşıyor. En iyi de, babasına ve uzaktaki sevgilisine yazdığı içsel mektuplarla anlatabiliyor kendini. Mektuplar, yalnızlığın, yönsüzlüğün, dışa vuramayışın belgeleri gibi.
Karamsarlık ve umutsuzluğun hakim olduğu romanda, insanı ferahlatan ve çıkmaza girmekten kurtaran tek mesaj, Tarık’ın annesinden geliyor: “Yeter ki insan istesin!”. Yazım dili ve ironik benzetmeler de okumayı ve okuru rahatlatan öğeler.
Tarık’ın 12 Eylül döneminde yaşaması, “kimlik arayışı”nı belli bir döneme aitmiş gibi göstermesi açısından sanki bir talihsizlik. Oysa, Tarık’ın yaşadığı iletişimsizlik, sevgisizlik, cinsellik, yön bulamama sorunları, şekil değiştirmiş bir halde günümüzde gençlerde ve hatta yetişkin insanlarda da yaşanmıyor mu diye düşünüyor insan. Yazarın da bu sorunları dönemselleştirmediğinden eminiz.
Öykülerinde ve romanlarında çevre duyarlılığını bu kadar yoğun işleyen fazla yazar tanımıyoruz. Toplumdaki duyarsızlıkları, yabancılaşmayı, bencilleşmeyi ve bütün kötüye doğru akan değişimi, çevre kirliliği ile bağlantılı anlatmaya çalışıyor yazar. Romanda, şehrin ortasından geçip pisliğe bulanan, bu pisliği denize kadar taşıyan Kırat’a benzetiyor kendini sık sık. Tarık’ın bulanıklığı ise zihninde oluşup gönlüne akıyor, “İşte gönlüm gibi bulanık sular”.
Öykü ve romanlarında sıkça karşılaştığımız içki, sigara, deniz (ya da su), karga, motosiklet gibi motifler “Suda Bulanık Oyunlar”da da dikkatimizi çekiyor. Bu motifler, yaşamın kenarında kalan, hayatı dışarıdan izleyen insanlarla özdeşleştirilmiş gibi sanki.
Romanda kısa süreli bir varlık gösteren Bursalı’nın bir sözü çarpıyor suratımıza önce: “İçelim ne varsa karanlık”. Karanlığı, içerek, içine alarak yok etmeye çalışan bir kahramanın varlığı, daha başlangıçta romanın atmosferini hızla okura yansımakta. Yine “Tren çoktan gitti”, “Bir gün daha geçti, yüzüme proteinli kahkahalar savurarak” gibi sözler, baş kahramanın (Tarık) ruh halini anlatmada oldukça etkili. Roman ilerledikçe, kurgunun sanki bu sözler üzerinde yükselmiş olduğu duygusuna kapılıyor insan.
Cemil Kavukçu, gerçekçi, düşündürücü ve okurun zihninde devam edip gidebilecek bir romana daha imza atarak, edebiyat dünyasındaki yerini genişletmiş oldu. ?
Bir cevap yazın